FB TW PIN NWS

Kıbrıs Barış Harekatı

Kıbrıs Barış Harekatı

20 Temmuz 1974 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından düzenlenen Kıbrıs Barış Harekatı sonucunda Türk toplumunun hakları ve güvenliği teminat altına alınmış ve adaya bir süre barış ve huzur hâkim olmuştur.

20 Temmuz 1974 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs'ta başlattığı askerî harekât. Harekâtın ilk ayağı Yunanistan Hükûmetinin desteğiyle yapılan 15 Temmuz 1974 darbesinin ardından düzenlendi. 14 Ağustos günü başlatılan ikinci harekâtla -Kuzey Lefkoşa da dâhil olmak üzere- adanın yüzde 37'sinin Türk kontrolüne geçmesiyle sonuçlandı. 140 bin ila 200 bin Rum, adanın kuzeyinden; 42 bin ila 65 bin Türk, adanın güneyinden göçmen oldu.

Türkiye Cumhuriyeti; harekâtın, Zürih ve Londra Antlaşması'nın 4. maddesine istinaden düzenlendiğini savunmaktadır. Fakat Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi bu harekâtı işgal olarak değerlendirmektedir.

20 Temmuz 1974 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 353 sayılı kararında "Uluslararası güvenlik ve barış için ciddi tehlikeye yol açan ve bölge üzerinde olağanüstü infiale müsait bir ortam yarattığından Birleşmiş Milletler ciddi bir endişe duymaktadır. Tüm devletlerin Kıbrıs Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğüne saygı duyması gerekir. Yabancı askerî müdahaleye derhâl son verilmelidir." diyerek harekâta karşı olduğunu belirtti ve ateşkese çağırdı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 11 Mayıs 1984 tarihindeki 550 sayılı kararında ise durumu "işgal" olarak niteledi.

Avrupa Konseyi Parlamentler Meclisi, 29 Temmuz 1974 tarihli 573 sayılı kararında birinci harekâtın uluslararası antlaşmalar çerçevesinde gerçekleştiğini belirtti. Birinci harekâtın antlaşmalar çerçevesinde yasal bir müdahale olarak değerlendirilmesi mümkündür ancak belli bir bölgede kontrol kurulmasını sağlayan ikinci harekât bu kapsamda değerlendirilmemektedir. Uluslararası kuruluş kararlarının çoğu, oluşan durumu "yasa dışı istila" olarak tanımlamaktadır.

Kıbrıs Barış Harekâtı; Rumların baskı, zulüm ve katliamlarına maruz kalan Kıbrıs Türklerini içinde bulundukları zor durumdan kurtarmak ve adaya barış ve huzur getirmek amacıyla Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından gerçekleştirildi.

Adada tek bir yönetimi öngören Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan ile Kıbrıs'taki Türk ve Rum toplumları arasında 1959'da imzalanan Zürih ve Londra Anlaşmalarıyla kuruldu. Anlaşmada imzası bulunan bu 3 ülke Kıbrıs Cumhuriyeti'nin garantörü oldu. Uluslararası antlaşmalar uyarınca 1960'da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasasında Kıbrıs Türklerine ve Rumlara eşit siyasi hak ve statü verildi.

Cumhuriyetin kurulmasının ardından Kıbrıs Rum tarafı, Türkleri devlet kurumlarından uzaklaştırma, Türklerin adadaki varlıklarını bitirme ve Yunanistan ile birleşmeye (Enosis) giden yolu açmaya yönelik girişimlerde bulunmaya devam etti. Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıslı Rumların tek taraflı girişimleriyle anayasayı feshetmelerinden sonra 1963'te fiilen son buldu.

Enosis hedeflerini gerçekleştirmek için silahlanan Rumlar, Yunanistan'ın da desteğiyle 1963-1974 yılları arasındaki 11 yıllık süreçte Kıbrıslı Türklere uyguladıkları baskı, zulüm ve ambargoyu ara vermeden sürdürdü.

Kıbrıs Türkleri İçin 1963-1974 Yılları Kan, Gözyaşı ve Göçten İbaret

Kıbrıs'ta 1960-1963 yıllarında Kıbrıs Cumhuriyeti hukuken var olsa da hiçbir kangren olan soruna çözüm olmadı ve adadaki sıkıntılar devam etti. Rumlar en başından beri, Türk ve Rum ortaklığında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti'ne sadık kalmadı, kurulan düzeni Enosis (Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanması) için bir basamak olarak gördü.

Takip eden süreçte Rumların Enosis (Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanması) emelleri doğrultusunda; Türkler, baskı ve silah zoruyla cumhuriyetten dışlandı. Rumlar, adadaki Türkleri, Enosis’in önünde büyük bir engel olarak görüyordu.

Bu hedef doğrultusunda 21 Aralık 1963'te; adını 9. yüzyıldaki bir Yunan destanından alan ve bütün Kıbrıs Türklerini topyekûn ortadan kaldırarak Kıbrıs’ı bir Yunan adası hâline getirmeyi hedefleyen Akritas Planı, Rum çeteleri tarafından uygulanmaya başlandı.

İlk olarak; Lefkoşa'nın Tahtakale semtinde 20 Aralık 1963 gecesi otomobillerine açılan ateş sonucu Kıbrıs Türkü Zeki Halil ve Cemaliye Emirali hayatını kaybetti. Rumların başlattıkları ilk saldırılarda sadece Lefkoşa'da 92 Türk can verdi, 146 kişi ise yaralandı.

Rum terör örgütü EOKA mensubu militanlar ilk büyük katliamı, 23 Aralık 1963'te Lefkoşa'nın Ayvasıl köyünde yaşayan Kıbrıs Türklerine karşı düzenledi. Bu köyde esir alınan 21 Kıbrıs Türkü, elleri bağlandıktan sonra acımasızca katledildi ve toplu mezarlara gömüldü.

Rum çeteleri, bir yandan 24 Aralık 1963'te Lefkoşa'nın Kumsal bölgesindeki saldırılarına devam ederken, diğer yandan da Kıbrıs'taki Türk Alayı'nda doktor olarak görev yapan Binbaşı Nihat İlhan'ın eşi Mürüvet İlhan ve çocukları Murat, Kutsi ile Hakan’ı evlerinin banyo küvetinde vahşice katletti.

Bu olay tarihe "Kumsal Katliamı" ya da "Banyo Katliamı" olarak geçerken, baskının yapıldığı ev daha sonra Barbarlık Müzesi adıyla ziyarete açıldı.

Olaylarda Rumların saldırısına uğrayan 103 Türk köyü boşaltılırken, Kıbrıs'ta 1963'te başlayıp 1964'te de devam eden olaylarda 364 Türk şehit oldu.

6 Ağustos 1964 ise EOKA lideri Georgios Grivas komutasındaki Rumlar; üniversite öğrencileri ile Erenköylü mücahitlerin savunduğu Erenköy'e saldırı başlattı.

Yüzbaşı Cengiz Topel’in Şehit Edilmesi

Erenköy'ü korumak için gizlice bölgeye gelen öğrenci, veteriner ve öğretmenden oluşan 500'e yakın Türk mücahidi, Kıbrıs Türk halkıyla birlikte omuz omuza savaştı. Rumların düzenledikleri ağır saldırılar Erenköy'deki direnişi kıramadı.

Türk Hava Kuvvetleri'nin gerçekleştirdiği uyarı uçuşları Rumların Erenköy çevresindeki kuşatmasını sona erdiren nihai hamle oldu.
Bu uyarı uçuşları sırasında Yüzbaşı Cengiz Topel'in kullandığı F100 jeti, yerden isabet alarak düşürüldü.

Paraşütle atlayarak kurtulmayı başaran Cengiz Topel, indiği Rum köyü yakınlarında esir alındı. Rumlar tarafından işkenceyle öldürülen Yüzbaşı Cengiz Topel, cumhuriyet döneminin ilk hava harp şehidi unvanını almış oldu.

Türk Hava Kuvvetleri'nin devreye girmesinden sonra Türkleri hedef alan saldırılar azaldı ancak Türkler bulundukları bölgelerden tecrit edildi ve her türlü haklarından mahrum bırakılarak yok edilmeye çalışıldı.

Bu baskı ve asimilasyon süreci 15 Kasım 1967 tarihine kadar devam etti. 15 Kasım 1967 tarihinde Grivas komutasındaki Rum ve Yunan birlikleri Geçitkale'ye saldırdı ve 20'den fazla Türk katledildi.

Türkleri silahla yok edemeyeceğini anlayan Kıbrıs Ortodoks Kilisesi başpiskoposu ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı III. Makarios, 1967-1974 döneminde Türklere ekonomik ve sosyal yaptırım uygulayarak ve Türkleri göçe zorlayarak asimilasyon politikasını uygulamaya başladı.

Kıbrıs'ta 1963-1974 dönemi, Kıbrıs Türkleri için kan, gözyaşı, katliam, toplu mezar ve göç demekti. Kıbrıs Türkleri 11 yıl süren bu sancılı dönemde adanın yüzde 3'lük bir kısmına hapsedildi.

Kıbrıslı Rumların anayasayı feshetmesinin ardından 1963'te Kıbrıs Cumhuriyeti’nin fiilen son bulmasıyla beraber Kıbrıs Türkleri devlet yönetiminden uzaklaştırıldı ve sürecin devamında Rumlar içerisinde fikir ayrılıkları başladı.

EOKA mensupları arasındaki fikir ayrılıkları, Türkiye'nin adaya müdahalesinden çekinen ve Kıbrıs Türklerini ekonomik açıdan bitirmeyi planlayan III. Makarios ve daha çabuk somut netice almak isteyen eski cuntacılardan oluşan EOKA-B mensuplarının karşı karşıya gelmesine sebep olacaktı.

Yunan cuntasının desteğini arkasına alan EOKA lideri Nikos Sampson 15 Temmuz 1974'te KıbrısYunanistan'a bağlamak amacıyla başlatılan Enosis hareketinin önderlerinden III. Makarios'a karşı darbe yaptı ve iktidarı ele geçirdi.

15 Temmuz 1974’de yaşanan darbe sonrası, Türkiye süreci yakından izlemeye başlamıştı. Dozu gittikçe artan insanlık dışı katliamlar karşısında askeri harekâta karar verildi.

Türkiye’den Harekât Öncesi Diplomasi Denemeleri

Türkiye, darbe sonrası 1960 Garanti Antlaşması gereği ilk aşamada diplomatik girişimleri önceledi. Bu aşamada 17-18 Temmuz 1974'te Türkiye ile İngiltere arasında darbenin ardından atılabilecek adımlara yönelik Londra'da görüşmeler de yapıldı.

İstişare sürecine garantör devlet olarak Yunanistan da dâhil edilmek istendi ancak Yunanistan'daki cunta yönetimi görüşmelere katılmadı.

Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ile İngiltere Dışişleri Bakanı James Callaghan arasında yapılan görüşmelerde Ada’daki krize ilişkin İngiltere’ye ortak müdahale teklifinde bulunuldu.

Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ve Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan, İngiltere'den olumsuz yanıt gelmesinin ardından, garantörlük hakkını kullanarak ve adadaki Türklerin varlığının tehdit altında olduğunu da dikkate alarak 20 Temmuz 1974'te Kıbrıs Barış Harekâtı’nın başlaması kararını aldı.

Harekât, Dünyaya Bülent Ecevit'in Yaptığı Tarihî Açıklamayla Duyuruldu:

“Bu harekât milletimize, bütün Kıbrıslılara ve insanlığa hayırlı olsun. Umarım ki, kuvvetlerimize ateş edilmez ve kanlı bir çatışmaya yol açılmaz. Biz aslında savaş için değil, Türklere de Rumlara da barış getirmek için adaya gidiyoruz. Bu karara, ancak bütün diplomatik, politik yolları denedikten sonra mecbur kalarak vardık.”


Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ın Konuyla İlgili Açıklamaları:

“Mukavemet görmez isek, herhangi bir kan dökülmesi olmayacaktır. Kıbrıs’ta, Dünya sulhunun teminine yardımcı bir hareket olacaktır. Cenab-ı Hak, bu hareketten dolayı, milletimize ve bütün insanlığa hayırlı neticeler versin. Tarihi görevimizi ifa etmenin bahtiyarlığı içerisindeyiz.”


Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 20 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs’ta, garantörlükten doğan yasal hakkını kullanarak gerçekleştirdiği barış harekâtının nedeni, Yunanistan’ın Megali İdea olarak ülkü haline getirdiği “Büyük Yunanistan” emelini gerçekleştirme hedefi doğrultusunda Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlamasını, diğer bir ifadeyle Enosis girişimlerini önlemektir.

Barış harekâtıyla Yunanistan'ın Kıbrıs'ı ilhak etmesi engellenirken Kıbrıs Türk halkının güvenliği ve yaşama hakkı teminat altına alınmış oldu.

Türkiye, 20 Temmuz 1974'te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 353 sayılı kararı ile İngiltere ve Yunanistan'a "barışın yeniden tesisini sağlamak üzere müzakerelere başlama" çağrısında bulundu ve 22 Temmuz 1974'te harekâtı durdurdu.

Bu gelişme üzerine garantör ülkeler bir masa etrafında bir araya gelerek Kıbrıs meselesinin çözümü için müzakerelere başladı. 25 Temmuz 1974'te toplanan 1. Cenevre Konferansı, 30 Temmuz 1974'te imzalanan Cenevre Deklarasyonu ile son buldu.

Deklarasyonda, Yunanistan ve Rumlar tarafından işgal edilen Türk anklavlarının (bölgelerinin) acilen boşaltılması ile adada barışın ve anayasal düzenin yeniden tesisini teminen dışişleri bakanları arasında müzakerelere devam edilmesi konusunda mutabakata varıldı.

Diğer yandan deklarasyonla adada Kıbrıs Türk toplumu ile Kıbrıs Rum toplumu olmak üzere iki özerk yönetimin mevcudiyeti ilkesel olarak tanınmış oldu.

İkinci Harekâtın Parolası: "Ayşe Tatile Çıksın"

Konferansın 8 Ağustos 1974'teki ikinci aşamasında, Yunanistan, Kıbrıs’ta yeni anayasal düzenin tesis edilmesine dönük tüm teklifleri reddetti ve anayasal uzlaşı için Türk birliklerinin geri çekilmesini ön koşul olarak ileri sürdü.

Öte yandan daha önce uzlaşıldığı üzere ikinci toplantıya kadar Rum ve Yunan askerlerinin Türklerin yaşadığı bölgeyi terk etmeleri gerekiyordu ancak askerler çekilmedikleri gibi saldırılarını da sürdürdüler.

TRT Tarafından 06.30’da Radyolarda Yayımlanan Bildiride İkinci Harekâtın Amacı Şöyle Açıklanıyordu:

“Türkiye, Kıbrıs devletinin varlığının, bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün bir daha hiçbir şekilde tehdit edilemeyeceğini ve Türk toplumunun haklarının ve güvenliğinin korunacağı bir hukuk düzeninin korunmasını tek başına sağlamak zorunda kalmıştır.”


2. Cenevre Konferansı’nda da çözüme varılamayınca 14 Ağustos 1974’te "Ayşe tatile çıksın" parolasıyla Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ikinci aşaması başladı ve 16 Ağustos 1974’te ateşkes ilan edildi.

Türkiye tarafından başlatılan harekât başarıyla tamamlanırken sonuç olarak adada yaşayan Kıbrıs Türk halkının güvenliği temin edildi ve Kıbrıs’a barış hâkim oldu.

İkinci harekât sırasında Türk ordusunun ilerleyişiyle birlikte geri çekilmek zorunda kalan Rum askerleri, geçtikleri Türk köylerini yakarak silahsız sivilleri acımasızca katletti. Toplu katliamlar ve mezarlar, harekât bittikten sonra gün yüzüne çıktı.

Adadaki Türkleri Hedef Alan Muratağa, Sandallar ve Atlılar Katliamı

14-15 Ağustos 1974 tarihinde EOKA tarafından Kıbrıs’ın Muratağa, Sandallar ve Atlılar köylerinde yaşayan Kıbrıs Türklerini hedef alan bir katliam gerçekleştirildi. 14-15 Ağustos 1974’te Rumlar, 57 kişinin yaşadığı Magosa’daki Atlılar köyünden (Aloa) 3 kişi dışında herkesi, Sandallar (Sandallaris) köyünün 57 kişilik tüm nüfusunu katletti. Öte yandan Rumlar, 82 kişinin yaşadığı Muratağa (Maratha) köyünde 2-3 yaşındaki çocuklar da dâhil olmak üzere tüm köy ahalisini sıraya dizip makineli tüfekle tarayarak öldürdü ve toplu hâlde gömerek üzerlerine benzin döküp ateşe verdi. Katliamda en genci 16 günlük, en yaşlısı 95 yaşında olmak üzere 126 Türk can verdi.

Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında, Türk ordusu 498 şehit verirken Kıbrıs Türk tarafı ise 70'i mücahit, 270 kişiyi kaybetti. Kıbrıs Türkleri genel olarak ise 1672 şehit verdi.

Yabancıların Gözünden Kıbrıs’taki Katliamlar

İngiliz Gazeteci David Leigh:

“Kıbrıs’ın istilasından sonra yüzlerce Kıbrıslı Türk, milli muhafızlarca rehin alınmış, Türk kadınlarının ırzına geçilmiş, çocuklar cadde ortasında öldürülmüş ve Limasol’daki Türk mahalleri tamamen yakılmıştı.”

Bir Alman Turistin Almanya’nın Sesi’ne Aktardığı Gözlemleri:

“Yunanlıların kasaplığını insan zekâsı kavrayamaz... Magosa etrafındaki köylerde Rum millî muhafızları, vahşetin eşsiz örneklerini gösterdiler. Türk evlerine girdiler; acımasızca kadın ve çocuklara mermi sıktılar; birçok Türk’ü, gırtlağından kestiler; Türk kadınlarını toplayarak ırzlarına geçtiler...”

Gözlemci James Rayner’in Tespitleri:

“Kıbrıs Rumları, XX. yüzyılda, çağdışı davranışlar sergileyerek giriştikleri katliamlarda masum Kıbrıs Türklerini hunharca öldürmekle kalmayıp kazdıkları çukurlara yarı canlı insanları da doldurmuşlardır. İşte gün ışığında mezardaki pek çok insan cesedi Yunan vahşetini dünya kamuoyuna tanıtıyor. Toplu mezarlardan çıkarılan Kıbrıslı masum Türklerin cesetleri, yıllardan beri adada derebeylik yasalarını uygulayan Rumların, ne derece sefil bir yaratık olduklarını kanıtlıyordu...”

Le Figaro’nun 15-16 Şubat 1974 Tarihindeki Analizi:

“Eğer Türkiye bugüne kadar Kıbrıs’taki alayını takviye etmediyse bu Türkiye’nin sabrının bir kanıtıdır. Bunu yapma hakkı inkâr edilemez. Şayet uluslararası anlaşmaların herhangi bir anlamı varsa Türkiye, Kıbrıslı Türkleri başka katliamlardan kurtarabilir. Bu ırkçı ayrımcılığın en çirkin şekli. Konuyu bulandırmak için hatanın her iki tarafa ait olduğu iddia edilmiştir. Oysa gerçek suçlu EOKA olarak bilinen Kıbrıs Rum terör örgütüdür.”

Harekâtın Ardından Kıbrıs Türkleri Kendi Yönetimlerini Kurdu

Kıbrıs'ta günümüzdeki sınırların çizilmesine imkân veren harekâtın hemen akabinde Kıbrıslı Türkler, 1 Ekim 1974'te Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi'ni kurdu.

Devamında Kıbrıs Türklerinin kurdukları devletin yapısını güçlendirme, anayasa yapma ve çok partili sisteme geçme gibi tecrübeler yaşadığı Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) 13 Şubat 1975'te ilan edildi.

KTFD Meclisi, 15 Kasım 1983'te oy birliğiyle aldığı bir kararla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) kurulduğunu duyurdu.

KKTC'nin ilanı, Kıbrıs Türk halkının adadaki varlığını devlet erkiyle temellendirip dünyaya duyurduğu önemli bir dönüm noktası olurken Kıbrıs Türk halkının kendi kaderini tayin etme hakkı da garanti altına alınmış oldu.

Kıbrıs Türk halkının devlet olma iradesi gösterdiği KTFD dönemiyle birlikte, toplamda 40’tan fazla hükûmet kuruldu ve 13 farklı kişi başbakanlık koltuğunda oturdu.

Kıbrıs Türkleri, cumhurbaşkanı seçmek üzere 1974'ten günümüze kadar 10 kez sandığa gitti ve 5 farklı cumhurbaşkanı göreve geldi. KKTC anayasası tarafından öngörüldüğü üzere adada temsili demokrasi uygulanıyor. Çok partili siyasi sistemin hüküm sürdüğü KKTC'de devletin zirvesinde bulunan cumhurbaşkanı, 5 yılda bir düzenlenen seçimle iş başına geliyor.

Yasama yetkisinin 50 üyeli Cumhuriyet Meclisi’ne ait olduğu ülkede, yürütme yetkisi, cumhurbaşkanı tarafından atanan başbakanın yönetiminde oluşturulan bakanlar kurulunda bulunuyor. KKTC’de, milletvekili genel seçimleri de 5 yılda bir yapılıyor.