FB TW PIN NWS

Şeyhülislam

Şeyhülislam

Dini konularda en yüksek derecede bilgi ve yetkiye sahip olan kimse anlamına gelir.

Şeyhülislam (Müftü): İlmiye sınıfının başıdır. Yükselme dönemine kadar divan üyesi değildi ve gerektiğinde çağrılırdı. Kanuni Sultan Süleyman’dan itibaren divana üye olmuştur. Divan’da alınan kararların İslam Dini’ne uygun olup olmadığı konusunda fetva verirdi. Yükselme döneminde protokoldeki yeri hızla arttı ve sadrazamla eşit duruma geldi. Fetva verme yetkisi vardı. İlk şeyhülislam II. Murat döneminde görev yapan Molla Fenaridir.

Osmanlı İmparatorluğu'nda, sadrazamdan sonra gelen ikinci büyük görevli. Osmanlı devletinde en yüksek dereceli müftü. Fetva müessesesinin başkanı. Ulemanın reisi. Kendisine sorulan dînî meseleler ve sualleri fetva ile çözüme kavuşturan kimse. Şeyhülislam ya da Şeyh-ül İslam dinsel konularda en yüksek derecede bilgi ve yetkiye sahip olan kimse anlamına gelir. Osmanlı Devleti zamanında şeyhülislam dinsel konularda en yüksek yetkiye sahip devlet görevlisiydi. Gerektiği zaman dinsel sorunlarla ilgili görüşlerini fetva yayınlayarak açıklardı. Bu fetvalar kanun niteliği taşırlardı. 1920 yılında Ankara'da kurulan Meclis Hükümetinde bu makam Şeriye ve Evkaf Vekaleti adıyla "Bakanlık" olarak yer aldı. Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra 1924 yılında laiklik ilkesinin kabul edilmesi sonucu bu bakanlık kaldırıldı. Yerini Diyanet İşleri Başkanlığı aldı.

İslamiyetin ilk yıllarında fetva işlerine bizzat Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bakarlardı. Peygamberimizin vefatından sonra dört halîfe devrinde İslamiyetin yayılması ve sınırların genişlemesi sebebiyle işler çoğaldı. Bu yüzden halîfeler fetva işlerine bakacak kimseler tayin ettiler. Bunlara önce müftî, Hicrî dördüncü asırdan sonra da şeyhülislam denildi. Fetva işlerinin alimlere verilmesi durumu, Emevî, Abbasî ve Selçuklular zamanında da sürdürüldü.

Osmanlılarda fetva vermekle vazîfeli ilk zat, Osman Gazinin kayınpederi Şeyh Edebalî’dir. Onun vefatı ile talebesi Dursun Fakih, Osmanlılara müftî (şeyhülislam) olmuştur. Devletin kuruluş devirlerinde müftîlik-kadılık ve müderrisliğin aynı şahısta toplandığı oldu. Mesela Hızır Bey ve Molla Hüsrev hem kadı hem de müftî idiler.

Osmanlılarda ilmiye sınıfına dahil olan müftîlere reîs-ül-ülema ve müftî-yül-enam gibi ünvanlar da verilmişti. Yavuz Sultan Selim Han zamanında (1512-1520) şeyh??lislamdan Ahmed ibni Kemal Paşaya Müftî-yüs-sekaleyn (insan ve cinlere fetva veren) ünvanı verilmişti. Kanunî Sultan Süleyman Han zamanına (1520-1566) kadar şeyhülislamlık tevcihinde uyulması zarurî bir kanun yokken, Ebüssü’ud Efendinin hazırladığı bir düstur (kanun)la Rumeli kazaskerliğinden sonra terfî edilen bir makam haline geldi. Pek nadir olarak Anadolu kazaskerlerinden de şeyhülislamlar görüldü.

Yine bu devirden (1574) îtibaren, şeyhülislamlar ilmiye sınıfının başkanı oldu ve bütün kadılar, müftîler ve müderrisler onun emrine verildi.

Şeyhülislamları bizzat padişah tayin ederdi. Şeyhülislamlığa getirilen zatı, saraydan gelen on beş kadar görevli evinden alarak Paşa kapısına, sadrazama götürürlerdi. Oradan saraya gelip padişah huzuruna çıkarlardı. Padişah, dîne ve ilme duyduğu saygıdan dolayı şeyhülislam adayını ayakta karşılardı. Sonra, namzede, kendisini şeyhülislam tayin edeceğini söylerdi. O da kabul ederse şeyhülislamlara mahsus ferve-i beyda denilen beyaz çuhaya kaplı erkan samur kürk giydirmek suretiyle tayin muamelesini yapar ve aynı suretle onunla beraber huzurda bulunan sadrazama da samur hil’at giydirir ve avdetlerine müsade ederlerdi.

Bu suretle saraydan çıkan sadrazamla şeyhülislam alayla at başı beraber Babıalîye gelirler, bir müddet oturup; kahve, şerbet, gülsuyu ve buhur ikram edilir ve bu sırada Babıalîdeki hükumet erkanı şeyhülislamı tebrik ederlerdi.

1826 yılına kadar şeyhülislamların müstakil daireleri yoktu. Kendi evlerinde veya uygun bir konakta vazîfelerini yerine getirirlerdi. Sultan İkinci Mahmud Hanın yeniçeri ocağını kaldırmasından sonra, Süleymaniye Camii yakınındaki Ağakapısı, şeyhülislamlara daimî ikamet olarak verildi. Burası şeyhülislam kapısı olarak meşhur oldu. 1836’dan îtibaren bu binaya kazaskerlerle İstanbul kadısı da nakledildi.

Şeyhülislamlar, dîvan-ı hümayun azası olmamakla beraber, dînî bir meselenin halli veya düzeltilmesi gerektiğinde dîvana davet edilir ve görüşleri alınırdı. Yine harp ve sulhe karar verilebilmesi için şeyhülislamın tasdîki gerekirdi. Seferlerde padişah nerede bulunursa, şeyhülislamlar da orada bulunur, çadırlarının önüne vezirler gibi üç tuğ dikilirdi. Fakat sadrazamın serdar-ı ekrem olduğu seferlere şeyhülislam katılmazdı.

Şeyhülislamların en önemli vazîfesi fetva vermekti. Çünkü bunlar en büyük müftî kabul edilirdi.

Şeyhülislamların; çuhadar, telhisçi, kethüda ve saire gibi maiyetinden başka, başlarında fetva emîni bulunan ve pek mühim bir daire olan fetva kalemi vardı. Bu dairede müsevvid, mübeyyiz, mukabeleci, katip, mühürdar ve müvezziler bulunurdu. Fıkıh, yani İslam hukukuna iyice vukufu olanlardan tayin edilmesi îcab eden fetva emîni, fetva kaleminin başta gelen amiriydi. Bu zat, istenilen fetvayı muteber fıkıh kitaplarından bulur ve bunun maiyetinde olan yirmi kadar katip de fetvaları kağıda geçirirlerdi. Daha sonra bu, fetva emîni tarafından görülür ve mübeyyiz tarafından beyaza çekilerek, şeyhülislama takdim olunurdu. Şeyhülislam bunu tedkik eder, ta’lik kırması denilen kendi el yazısıyla cevap kısmını imzalardı. Bundan sonra müvezzî isimli memur bu fetvayı mahalline verirdi.

Fetva, herhangi bir şeyin (umumî ve hususî, dînî veya hukukî) İslamiyete uygun olup olmadığını bildirmek demekti. Umumî hukuka (Hukuk-ı umumiyeye) ait fetvaların alınması hükumete aitti. Bunlar da harp îlanı, sulh akdi, askerî kanun tebdili, ıslahat icrası, gayr-i müslim tebeanın isyanı, şakavette bulunanların (asîlerin) katli gibi fetvalardı. Hususî hukuka (Hukuk-ı hususiyyeye) dair olan fetvalar, dokuz parmak uzunluğunda ve dört parmak genişliğinde bir kağıda ince harflerle yazılırdı. Meselenin az ve çok, ehemmiyetine göre, verilecek cevap kısaca; vardır veya yoktur, olur veya olmaz, gelir veya gelmez, meşrudur veya meşru değildir, caizdir veya caiz değildir şeklinde olurdu. Bazan da verilen cevap îzah edilirdi. Fetvalar, Hanefî mezhebi imamlarının kavillerine (ictihadlarına) göre verilirdi.

Şeyhülislam dairesinde bulunan kethüda, şeyhülislamın siyasî ve iktisadî işlerinde ve şeyhülislamın nezaretinde bulunan vakıf muamelelerinde onun vekîli olup, namına hareket ederdi.

Telhisçi, şeyhülislamın hükumet nezdindeki memuru olup, dînî işlere ve kanunlara ait muamelelerde hükumetle temas ederdi. Şeyhülislamın müderrisleri tayinleri ve diğer hususlar bunun vasıtasıyla ve reîsülküttabın delaletiyle vezîriazama arz olunurdu.

Mektupçu, şeyhülislamın dîvan efendisi veya mühürdar, şimdiki ismiyle yazı işleri müdürüydü. Meşîhattan (şeyhülislamlık makamından) çıkan yazılar, tayin rüusu ve beratlarıyla icazetnamelerin yazıldığı daireden bu sorumluydu. Şeyhülislamın mührü de mühürdarda bulunurdu.

Osmanlı donanmasının Haliç’ten denize çıkmak zamanı gelince, reîsülküttab efendi vasıtasıyla davet edilen şeyhülislam Yalı köşküne gelir ve padişahla beraber teşyî merasiminde bulunurdu. Ayrıca şehzade ve sultan hanımların doğumları münasebetiyle yapılan tebriklerde, sultanların nişan ve nikah merasiminde şeyhülislamlar da bulunur ve sultanın nikahını kıyarlardı. Padişah ve şehzade vefatlarında da bunların cenaze namazlarını şeyhülislamlar kıldırırdı.

Osmanlı tarihinde sadrazam olmak için tahsil aranmazdı. Fakat şeyhülislam olmak hatta bunun ilk basamağı olan kadılık, müftîlik ve müderrislik için bile, medreselerin en yükseğini bitirmiş olmak gerekirdi. Bu durum, şeyhülislamlığa verilen değeri gösterdiğinden önemlidir. Osmanlı şeyhülislamlarından bir kısmı verilen fetvaları toplamış ve kitap haline getirmişlerdir. Bunlardan bazıları basılmış, basılmayanlar da muhafaza edilmiştir.

Osmanlı Devletinin kuruluşundan îtibaren görülen şeyhülislamlık makamı, cumhuriyetin îlanından sonra kaldırılmıştır.